Anderson filmografisine hakim
olanların da düşünebileceği üzere Suzy’i Tenenbaum Ailesi (The Royal Tenenbaums,
2001) filminde izlediğimiz Margot’a, Sam’i de Çılgın Liseliler (Rushmore, 1998)
filmindeki Max’e benzetmemiz mümkün. Suzy’nin tıpkı Margot gibi melankolik bir
havası var. 12 yaşındaki bir çocukla karşılaştırınca Françoise Hardy dinlemesi
bile şaşırtıcı bir ayrıntı. Ailesinin evlerinde ‘How to Deal With a Very
Troubled Child’ isimli bir kitap bulundurmaları da Margot’ın gençliğine ışık
tutuyor adeta. Sam de Rushmore’da izlediğimiz Max gibi otoriteye karşı geliyor.
Suzy ve Sam karaktersel benzerlikleriyle yetinmeyip fiziksel olarak da Margot
ve Max’in birer kopyası gibiler. Hatta karakterler arası benzerliği hatırlatan
ilk önce fiziksel özellikleri oluyor. Film ilerledikçe, onların psikolojik
açıdan da yakınsayan yönlerini fark ediyoruz.
Yetim olan Sam’in bağlanabileceği tek insan Suzy’dir. Aile kavramından habersiz olan Sam hayata Suzy’e olan aşkı ve yaptığı resimlerle tutunuyor. Suzy ve Sam kaçtıklarında tüm ada onları bulmak için seferber oluyor. Ne var ki, bir kez bulunduktan sonra tekrar kaçıyorlar.
Yetim olan Sam’in bağlanabileceği tek insan Suzy’dir. Aile kavramından habersiz olan Sam hayata Suzy’e olan aşkı ve yaptığı resimlerle tutunuyor. Suzy ve Sam kaçtıklarında tüm ada onları bulmak için seferber oluyor. Ne var ki, bir kez bulunduktan sonra tekrar kaçıyorlar.
Kaçışları esnasında Anderson’ın
şiddete ve cinselliğe olan eleştirisini olayların gelişiminden yakalayabilmemiz
mümkün. Sam’i aramaya başlayan izci çocukların giderken zor kullanacak mıyız diye
sormaları, bununla da yetinmeyip yanlarına baltalar ve çivili sopalar almaları
şiddetin bir göstergesi niteliğinde. Suzy’nin izci bir çocuğa sol makasıyla
yaralaması ve izci çocukların da Snoopy isimli köpeğin ölümüne sebep olmaları
da işin cabası. Anderson şiddeti açıktan açığa gösterse de bunu rahatsız edici
boyuta vardırmıyor.
12 yaşındaki Sam ve Suzy’nin
cinsellikleri de çok ince bir çizgide dolaşıyor. Yer yer masumiyeti, yer yer de
erotik unsurları bünyesinde barındırıyor. Önce Suzy’e küpe yapıp onun kulaklarını
delen Sam masumiyetin bir göstergesi niteliğinde. Denize girip çıktıktan sonra
tedirgin bir şekilde cinsellikle tanışıyorlar fakat bu tanışma içinde
pornografik ögeler barındırmıyor. Sam’in, Suzy’nin göğüslerine dokunurkenki
hali şaşkın ve acemi. Masumiyetin bir manada yitirilişini çocuk olmalarından
dolayı buna yükleyip es geçiyoruz tıpkı şiddet kullanmalarını da göz ardı
ettiğimiz gibi.
Suzy’nin annesinin polis şefi Sharp’la yaşadığı ilişkiyle mutsuzluğu ve yalnızlığı aşmaya çabalarken, bu çaresizliğin yalnızca yetişkinlere has bir duygu olmadığının da cevabını Suzy ve Sam’in aşkı veriyor. Normal/anormal, doğru/yanlış, masumiyet/suçluluk gibi çatışmaların hepsini sorgulamaya başlıyoruz. Hatta aşkın niteliğini de sorgulayıp 12 yaşında aşk mı olur diye de sormamız mümkün hale geliyor.
Anderson’ın bu masalsı filmi bildiğimizi sandığımız kavramları bize yarattığı karakterlerle yabancı hale getiriyor. Bu kavramların anlamlarını düşünmeye tekrar başlarken daha evrensel bir amacı olduğunu görüyoruz. Film ne tam bir komedi ne de tam bir drama. Anderson’ın filmografisindeki diğer filmler gibi bu ikisini çok iyi bir biçimde harmanlayan bir film Moonrise Kingdom.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder