11 Aralık 2012 Salı

insan hakları demişken..


i was really frightened. they said they were going to give me electric shocks 
to the brain and that then i would become an idiot. 

i was frightened because i can only survive with my brain!

9 Aralık 2012 Pazar

'inci'ndik




inci pastanesi de kapandı. pardon, kapattırıldı demeliydim çünkü zorla kapı dışarı edildiler.
düşünsenize o mekanda kimler neler konuştu, ne hayatlar değişti, ne aşklar yaşandı. bir devri de böylece bitirmiş oldular. şimdi aynı kapanma tehlikesi beyoğlu sineması için de mevcut. hem de çok uzak değil, bahsettiğim zaman da ocak ayı.

peki neden bu tahliyeler? en büyük amaç tabi ki rant! birçok mağazanın beyoğlu şubesinin kar oranı diğer şubelerine göre çok daha fazla. inci pastanesi yerine de avm yapılması girişimi var.

tarlabaşı talimhane olma yolunda hızla ilerliyor. zeytinburnu'nun prag'a benzetilme, haydarpaşa'nın da otele çevrilme çabaları var. kamunun olan her şey özele dönüyor bir bir. kent metalaşıyor yani alınıp satılabilen bir objeye dönüşüyor. şehir hakkı var mıdır sorusunun cevabını vermek gitgide zorlaşıyor. karşıt görüşteki insanlar susturulmaya çalışılıyor ki pastane kapatılırken içeriye girmeye çalışan birinin gözaltına alınması da bunun kanıtı niteliğinde.

dün var olduğunu düşündüğümüz ya da en azından bunun çabasını veren yerler bugün artık yok olabiliyor. şehir kimliğini kaybediyor ve her yer birbirinin benzeri oluyor. aynı mentalitenin ürünü dükkanlar ardı ardına açılıyor. istiklal caddesi de uzun bir süredir bunun etkisi altında olan bir yer. farklılıkları öyle hızlı bir şekilde siliyorlar ki insanlar öğrendiklerinde artık çok geç kalınmış oluyor.


üstteki fotoğrafı yazın çekmiştim. bütün renkler beyoğlu'nda falan değil. artık beyoğlu'nda fazla da renk kalmadı. 

8 Aralık 2012 Cumartesi

FİL UÇUŞU: Tepenin Ardı, salonların ardında mı kalacak?

FİL UÇUŞU: Tepenin Ardı, salonların ardında mı kalacak?: Emin Alper imzalı Tepenin Ardı , 2012'yi olağanüstü bir ödül listesi ile kapadı. Yurt içinde, yurt dışının doğusunda ve batısında öneml...

29 Kasım 2012 Perşembe

excerpts from marx and engels

marks mı?

dur dur, şaka.


çirkin post

önce sinemaları kentsel dönüşüm adı altında alışveriş merkezlerine tıktılar. yetmedi diye düşündüler heralde ki, tiyatroları da hallettiler.

kan beynime sıçrıyor.  tepenin ardı'nı sinemalar kabul etmiyormuş.
durum o kadar vahim ki, bu ülkede sinemaksimumlardan ve ovırreytıd filmlerden geçilmiyor.
böyle zamanlarda aklıma emek geliyor. üzülüyorum haline. sonra beyoğlu'nu düşünüyorum. eğer bir şeyler yapılamamış olursa onun için de üzüleceğiz ocak ayında.

her şeyin içini boşalttıkları gibi sinema da ruhsuzlaşıyor. hatta ruhsuzlaştı mı demeliydim?
modernitenin yaptığı kategorilere ayırıp kalanı elemek tam olarak yürürlükte..

dünya gittikçe çirkin bir yer oluyor. olmuyor mu sence de?



16 Kasım 2012 Cuma

çağrışımlar

Sık sık koşu yaparım, terlemek için... Böylece gözyaşları için vücudumda su kalmaz.




Sokağa açılmış pencereden sıcaktan başka birşey girmiyordu. Alnı sırılsıklamdı. Bir ter damlası burnu boyunca aktı, sonra gitti, elinde tuttuğu mektubun üzerine düştü.
-Gözyaşına benziyor, diye düşündü. Ama ağlamaktansa terlemek daha iyi.


en kötüsü de şuan koşmaya bile üşenmek değil mi?

10 Kasım 2012 Cumartesi

sigaraya inandıran bir yönetmen



böyle durumlarda sözler değil, tavırlar, acımızın hakikiliği hatta gücü değil, çevredeki havaya uyum yeteneğimiz önemlidir. sigaranın o kadar sevilmesi, nikotinin gücünden değil, bu boş ve anlamsız alemde, insana anlamlı bir şey yaptığı duygusunu kolaylıkla vermesindendir, diye düşünürüm bazan.

4 Kasım 2012 Pazar

17 Ağustos 2012 Cuma

la rambla, puerta de sol ve istiklal

şimdi siz diyeceksiniz ki bir yanda ispanya diğer yanda türkiye, ne alaka..
üçü de tanımı sorunlu olan kavramlardan- nezihleştirme, soylulaştırma, kentsel dönüşüm- nasibini almış yerler aslında.

istiklal'deki süreç hakkında çok rahat yorum yapabilirken rambla ve sol meydanı üzerindeki caddeler için konuşmak biraz daha zorlaşıyor çünkü bu nezihleştirme dediğimiz şey siyasetten asla bağımsız gelişmiyor. siz buna ister neoliberalizm ister neoconservatism diyin bir de rant yarışı denen gerçek var.

yaşar adanalı'nın da dediği gibi bu durum türkiye'ye özgün bir durum değil ve soylulaştırma yüzünden bir yukarı sınıfta olan diğeriyle yer değiştiriyor süreç sonunda. çok ilginçtir ki rambla ve sol hakkında araştırma yapan birine rastlayamadım internetten baktığımda.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

kayıp fotoğrafçı madrid'de bulundu


çok fazla bir şey söylememe gerek yok. fotoğraf zaten yüksek perdeden konuşuyor.

45 yaşında ve çizim yaparak para kazanmaya çalışıyor. son durağı madrid sokaklarıydı. ben de orada rastladım kendisine. öyle bezmiş olmalı ki ona resminin çok güzel olduğunu söylediğimde sadece kafa sallamakla yetindi.

blogunda ispanya'daki krizden, gençlerin kriz karşısındaki tutumlarından ve birçok güncel meseleden bahsediyor.

siz bir tık atın bu bloga. pişman olmazsınız.

sincerely,
e. çoban

14 Temmuz 2012 Cumartesi

bir tıkla stanford

nasıl mı oluyor? coursera ile oluyor tabi ki. düşünsenize oturduğunuz yerden stanford, princeton, berkeley gibi üniversitelerin lecture'larını izleyebiliyoruz. izlemekle kalmıyor bir de üstüne sertifika alıyoruz.

site 2011 yılında kurulmuş ama benim daha bu sene haberim oldu. bir arkadaşım sosyoloji almaya başlamıştı princeton'dan. ben içim dışım sosyoloji zaten diye daha fantastik derslere yöneldim.

23 temmuz'da listening to world music diye bir ders açılıyor. pennysylvania'dan carol muller diye biri anlatacakmış. en çok ilgimi çeken o oldu.

tek negatif yanı sınavlarının olması galiba. zevk için yapılan bir şeyin sınavı belki çok sıkıntı vermeyebilir ama sertifikam olmasın sınavlara da girmem diye de düşünmek mümkün tabi. 

sitede derslerin listesi hatta syllabus'ları bile var. amerika'da online eğitim fazlaca geçerli olmaya başladı biz hala kuzey-güney koşarken :)

bakmaya değer!

sincerely
e. çoban


19 Haziran 2012 Salı

sıradaki şarkı beatles'tan geliyor.


şimdi biraz i am sam'den (tık tık lütfen) bahsedeceğim.
dakota fanning gördüğüm yerde kaçardım ama  künyesine asla bakmadığımdan izlemiş oldum, ne de iyi ettim.

sean penn gözümde başka bir yere yerleşti bu filmle. muhteşem oynamış. işte bu yüzden onu daha ciddiye almam gerekecek.

hep demişimdir cohen şarkılarını film yapsalar da izlesek diye. bu da beatles formunda olanı. müzik jakobenliğinizi doyuracak düzeyde fantastik referanslar var. hatta filmin akıcılığının sebebi beatles aşkı olabilir.


konuyu özet geçmem gerekirse; film başına kızının annesi tarafından terk edilmiş otistik bir baba, kızı lucy (adı tabi ki lucy in the sky with diamonds'tan geliyor), hayatta 'hiçbir şeyini' kaybetmemiş bir avukat, sam'in arkadaşları ve diğerleri düşüyor. diğerleri dediklerim film ilerledikçe anlam kazanır hale geliyor.

lucy, 8 yaşına bastığı zaman babası mental olarak 7 yaşındaki birinin zekasına uygun bir şekilde davrandığı gerekçesiyle devlet tarafından bakım evine alınır. bir çok olaydan sonra sam avukat olarak rita'yı tutar. aslında tutamaz bile parası olmadığından çünkü sam starbucks'ta saati 8 dolara çalışmaktadır. rita sırf arkadaşlarına gösteriş olsun diye sam'in avukatı olmayı kabul eder.

rita'nın kocaman bir evi, porsche marka arabası, bir çuval parası vardır. ama sam'in lucy ile mutlu olduğunun yarısı kadar bile kendi çocuğuyla olamaz.

not: starbucks'ın otistik birine çalışma imkanı verdiği hakkında şüphelerim var.
not2: filmin çokça ilerleyen dakikalarında da pizza hut'ta çalışmaya başlıyor daha yüksek maaşla.
bunlar bilinçli yapılmış şeyler olmalı sanırım sırf starbucks, pizza hut gibi zincirlere sempati duyalım diye. kahrolsun kapitalizmi de şuraya bir yere sıkıştıralım.

neyse ne diyordum, çok zorlu bir süreçten geçer sam. filmin ortalarında bir yerlerinde lucy bakım evinden kaçar ki sonra kaçmayı alışkanlık haline de getirir. bu sürede duruşmalar da devam eder.
lucy bakım evine döndüğünde onu sorguya çekerler ve minicik kız, babanın sana verebileceğinden daha fazlasını hak ediyorsun denilince 'all you need is love' diye cevap verir. gerçekten de öyle değil mi? all we need is love.

ve sonunda aşk kazanır. rita artık oğluyla anlaşabilen bir anne olur ve sam, lucy'i geri kazanır.
happily ever after anlayacağınız.

not3: film acayip şekilde beatles dinleme isteği yaratıyor.

3 Haziran 2012 Pazar

kant ve zaman





Ders çalışmamak adına bütün yolları tükettim. Kaçınılmaz sonla yüzleşip zorunlulukların farkına vardım derken konuyu gene yanlış yerinden anladım. Bir adım ileri, iki adım geri içinde olduğum durumu muhteşem bir şekilde açıklıyor.


Kant, ''Darda kalsaydım, en son satacağım şey saatim olurdu.'' demiş. Son derece planlı bir hayat yaşamış. Hiçbir şekilde programından sapmayarak çevresindeki tüm kişileri de etkisi altına almış. Sekreteri Jachmann da yazılarında bunu ''Mahallenin bütün sakinleri saatlerini onun hareketlerine göre ayar ederlerdi.'' diyerek doğruluyor.


Konu gerçekten ironik. Bilmem gereken şeyler bunlar değil belki de. Keşke bize de Kant'ınki gibi bir planlılığı bulaştırabilen insanlar olsaydı demekten kendimi alamıyor ve finallerin hala sürmekte olduğunu kendime hatırlatıyorum. 
Not: O kadar psikopatça olmasına gerek yok ama bir nebze..